top of page

Kod Adı KEKLİK

  • filiztanya
  • 28 Şub 2016
  • 4 dakikada okunur

Dünyanın kimi yerlerinden, işkence ve tecavüz çığlıkları yükseliyor. Kulaklarımızı tıkıyoruz duyduğumuzda ise ya özür dileyerek geçiştiriyoruz ya da savunacak makul sebepler üretiyoruz.

Yaşadığımız dünya yüzyıllardır işkenceler ve tecavüzlerle sarsılıyor, “milenyum” dedikleri çağın içinde bile yüzyıllardır değişmeyen bu gerçekle yüz yüze yaşıyoruz.

Yaşamlarımıza ne zaman bir savaş, bir kargaşa girse hep bu sırıtkan ikili ile karşılaşıyoruz; İşkence ve tecavüz… Afrika’da, Ortadoğu’da, Doğu Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da kısaca dünyanın her yerinde. Bu ilkelliklerimizi aşmak için sürekli kendimizi telkinliyor ve yeni yollar arıyor-muş- gibi yapıyoruz.

Cezaevlerimizin tahliye borularından kan ve göz yaşı akarken biz karakollarımızı pembeye boyayıp, kendimizi Avrupa Birliği yollarına vuruyoruz. Bir yanda Avrupalılaşma heyecanı, bir yanda eski alışkanlıklarımıza bağlılığımız arasında sıkışıp kalıyoruz. Peki bu ikisi bağdaşmadığında ortaya ne çıkar; trajikomik bir hikaye.

Bu sene yazın ortasında Ankaralılar, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) kapatılmasıyla ilgili dedikodularla üzüldü.

Ankara Sanat Tiyatrosu yalnızca Ankara için değil tiyatro dünyası için de çok önemli bir yere sahip. Türkiye tiyatrosunun en önemli basamaklarından biri ve birçok tiyatro insanını yetiştirmiş bir okul AST.

Son zamanlarda birçok tiyatronun yok edici maddi problemler yaşaması gibi AST’ın da maddi problemlerle boğuşması ve 2009 yazında bu problemlerden dolayı İstanbul’a taşınması gündeme geldi. Bu Ankara’nın hafızasından bir taşın eksilmesi gibi bir şey olacaktı neyse ki öngörüler gerçekleşmedi, AST Ankara’da kalarak yoluna devam ediyor.

Geçen sezonda Ariel Dorfman’ın yazdığı, yıllar sonra işkencecisiyle karşılaşan bir kadının öyküsünü konu alan olan “Ölüm ve kız” ı oynamış olan AST, bu sezonda da Avrupa Birliği yollarına düşmüş bir ülkede geçen işkence ve tecavüz konusunun işlendiği; Mürsel Yaylalı’nın yazdığı, Murat Çidamlı’nın yönettiği, Özgürcan Çevik, Hakan Güven, Özge Y. Çelik, Erdem Ulusal, Yıldırım Şimşek, Mehmet Ulusoy ve Cengiz Çelik’in rol aldığı “Kod adı keklik” adlı oyunu oynuyor.

Mürsel Yaylalı bu oyunu 10 yıl önce yazmış ve 1999 yılında Devlet Tiyatroları’nın 50. Kuruluş yılı dolayısıyla düzenlediği oyun yazma yarışmasında mansiyon ödülü almasına rağmen oyun ancak İstanbul Devlet Tiyatroları’yla eş zamanlı olarak bu sezon izleyiciyle buluşabiliyor.

Son yıllarda sahnelerimiz yerli oyun sıkıntısı içerisindeyken, AST’ın Mürsel Yaylalı’nın oyununu seçmesi beni heyecanlandırdı.

Sahnelerimizde bizim yazarlarımızın oyunlarını görmek artık bir şans olunca, yeni bir oyun meraklandırıyor bizleri. Maalesef nitelikli yeni oyunlar yazılamıyor, oynanan oyunların çoğu yabancı yazarların oyunları, uyarlamalar ya da oynana oynana suyu çıkmış oyunlar.

Sahnelerimizde ülke yazarlarından yeni oyunlar görmekte zorlanıyoruz. İşte bu yüzden Mürsel Yaylalı’nın yazdığı oyun önemli.

Yaylalı, Avrupa Birliği yollarına düşmüş uydurma bir Afrika ülkesi olan Bokongo Cumhuriyeti’ninden bir ayna tutuyor bizlere; “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” der gibi...

Oyun dekoruyla göz dolduruyor, hem bildiğimiz bir karakol hem de bilmediğimiz kabile çadırı gibi bir karakol. Kostümler de sazlardan otlardan Afrika yerlilerinin kıyafetleri gibi hazırlanmış. Yerli ögeler bir üniforma üzerinde kullanılınca bir çok şeye benzetebiliyorsunuz. Zaten oyunun ilerleyen sahnelerinde Avrupa Birliği yoluna düşen Bokongolular kıyafetlerindeki yerel simgeleri birer ikişer atmaya başlıyorlar. Zihniyetten önce görüntünün uyum sağlamasıyla günümüze göndermeler yapıyor oyun.

Sorgulanması konusunda tartışma çıkan suçlu Fallus’la başlıyor hikâye, Bokongo Cumhuriyetinin Avrupa Birliği başvurusu kabul edildiğinden artık eski -işkence- yöntemleriyle sorgulayamıyorlar sanığı.

Fallus’a karakolda suçunu itiraf ettirirler. Ancak itiraflara çok şaşırırlar. Zanlı üç kişiye tecavüz etmiştir. Tecavüz ettiklerinin üçü de erkektir.

Olay çok gariptir. Zanlı tecavüz ettiğini anlatır ama polisler erkeğe yapılan tecavüz karşısında şaşıp kalırlar. Oyunun bu kısmında suç kabul edilen tecavüzün erkekler üzerinde gerçekleşmesiyle sanki kadınlara yapılanın normal bir şeymiş gibi kabul gördüğüne vurgu yapılıyor ve bunu kafamızda sorgulamamıza neden oluyor. İşte tam bu noktada tecavüz suçuna karşı toplumun ve erkeklerin ikiyüzlü tutumuyla yüzleşiyoruz. Hatta “oh” olmuş diyen kadın tipiyle…

Oyun temelde üç kısımdan oluşuyor, ilk kısımda Avrupa Birliği’nin getirdiği demokrasi, şüphelinin itirafları ve erkeğe tecavüzün sorgulanması, ikinci kısımda da sanığın “onları arzuladığım için tecavüz ettim” diye itiraf etmesine rağmen bunun kabul edilmeyip, olayın altında siyasi komploların aranması ve üçüncüsü şok yaratan finali.

Oyun kadın-erkek üzerinden tecavüzün sorgulanmasıyla başlayıp, tüm suçların siyasi nedenlere bağlanması üzerinden giderken hiç beklemediğimiz bir finalle bitiyor. Oyunun sonu bir tokat gibi çarpıyor suratımıza ve hiç bir yorum yapmadan bitiyor. Ne mi oluyor? O kadarını da söylemeyeyim oyunu izleyin görün.

Oyunda zaman zaman gülümsüyoruz ama espriler veya oyun içindeki komik sözlere değil. Oyunda zaman zaman ortaya durum komedisi çıkıyor. Kadın polisin şaşkınlığını gizleyememesi hatta yer yer olayla alay etmesi bizi gülümsetiyor. Burada kadın polisteki oyuncunun rolünün inceliklerini ustalıkla kullanması dikkat çekiyor.

Sahnedeki oyuncuların performansları oyun boyunca çok iyiydi. Oyunda acının, can yanmasının ciddiyetini çok iyi hissettirebildikleri gibi işgüzar polislerin de zaman zaman nasıl komik duruma düştüklerini yapaylığa kaçmadan çok iyi işlemişler. Özellikle tecavüze uğrayanların oyunculuklarının herkesin dikkatini çektiğini düşünüyorum.

Oyunu beğendim. Nedenine gelince; bugüne kadar tecavüz konusu bir çok kez yorumlandı, değişik şekillerde oyunlara konu oldu ama bu oyun toplumun tecavüze bakışındaki iki yüzlülüğünü silahı erkeklere çevirerek, sistemin “erkek bakışı”na vurgular yaparak başarıyla ortaya koyuyor. Bu yaklaşım belki izleyici sıralarındaki erkeklerin de empati yapmasını da neden olmuştur.

Ülke tiyatrosunun son dönemde yazılmış nitelikli yapıtlarından biri olması açısından da önemli bir oyun “Kod Adı Keklik”. İzleyici açısından da başarı kazanırsa bunun yeni yazarları özendireceğini düşünüyorum.

Edebiyat alanına iyi- kötü bir dolu yeni yazar ve şair katılırken tiyatro dünyamız bu kadar şanslı olamıyor. Drama yazanların akın akın televizyona aktığı bir dönemde kısır bir döngü içerisindeyiz. İşte böyle bir zamanda Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Mürsel Yaylalı'nın "Kod adı Keklik" oyunuyla perde açması önemlidir.

Oyunu izledikten sonra Mürsel Yaylalı; oyununun on yıl boyunca fark edilmemiş olmasından dolayı buruk olsa da bu sezon hem İstanbul hem Ankara’da oynanmasın dolayı mutlu olduğunu ifade etti.

Oyunun aslında gülümseten bir oyun olmadığını daha ciddi bir oyun olduğunu, AST’ın böyle yorumladığını ve final kısmının 12 Eylül darbe günlerine bağlanmasının da AST’ın yorumu olduğunu, oyunların farklı tiyatrolarda farklı yorumlanabilmesinin de –aslına sadık kalınması şartıyla- metni zenginleştirdiğini anlattı.

Ankara Sanat Tiyatrosu Ankara için önemlidir, Türk Tiyatrosu için önemlidir, Yazarlarımızın oyunları tiyatromuz için önemlidir, seyirci için önemlidir. Sahnelerimizde daha çok yeni ve nitelikli oyun görmek istiyoruz, özgün oyunlar görmek istiyoruz. Oyunlarımız bize oynanan oyunlara karşı olsun, hepimiz tiyatroların çatıları altında toplanalım.


 
 
 

Comments


Featured Review
Daha sonra tekrar deneyin
Yayınlanan yazıları burada göreceksiniz.
Tag Cloud
bottom of page