Parasız Eğitim Hasanoğlan’da Öldürüldü
- filiztanya
- 28 Şub 2016
- 6 dakikada okunur
Hasanoğlan Ankara’ya bir saat uzaklıkta şirin bir belde. Uzun zamandır Hasanoğlan’a bir gezi yapmak istiyoruz. Gezi yapacağımız tarih önemli 17 Nisana denk gelsin istiyoruz ama cumartesiye denk geliyor. Grubun çoğu cumartesi çalıştığı için geziyi Pazar günü yapmamız lazım. Grubu cumartesi getiremezsek de biz gelmeliyiz.
17 Nisan Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü, bu yıl 70’ncisi kutlanıyor. Hasanoğlan da bulunan ise Köy Enstitülerine eğitmen yetiştirmek amaçlı 1942 yılında kurulmuş tek Yüksek Köy Enstitüsü’dür. Bu Enstitü kapandığı tarihe kadar 104 mezun vermiştir. Çok geniş bir alana kurulmuş bir eğitim köyü adeta. Eğitim binaları, yatakhaneler, işlikler, jeneratörü, kültür merkezi, spor alanı, lojmanları, misafirhanesi, fırını, hamamı, amfi tiyatrosu, tarlaları ile birlikte tam bir yerleşke. Şu anda Anadolu Öğretmen Lisesi olarak kullanılıyor.
Köy Enstitüleri Cumhuriyet döneminde Kemalist ideolojinin Anadolu insanını Osmanlı kafasından çıkarıp burjuva kültürüne, eğitimine yöneltmeye çalıştığı en önemli girişimlerden biridir.
Kurtuluş savaşı sürecinde ülkesinin bağımsızlığı için savaşan köylü yığınları yeni kurulan Cumhuriyet döneminde umduklarını bulamadılar. Yol vergisi, hayvan vergisi gibi ağır ekonomik saldırılara uğrayan köylü kesimi Mustafa Kemal’in “Köylü Milletin Efendisidir” sözüne rağmen sürekli ikinci sınıf insan muamelesi gördü. Otuzlu kırklı yıllarda üzerlerinde bit olur endişesiyle köylülerin Cumhuriyet’in başkenti Ankara’ya girmeleri bile yasaktı.
Köylüler ise kendilerine acı çektiren Cumhuriyet’e giderek sırtlarını döndüler.
Çocuklarını okula göndermemekten tahsildarları köye sokmamaya bir dolu tepki gösteren köylü yığınlarını Cumhuriyet’le barıştırma projesi olarak başlayan Köy Enstitüleri projesi ülke çapındaki büyük yoksulluğun da etkisiyle yönetimin istediği bir yola giremedi.
İşin başında Kemalist ideolojinin savunucuları olmalarına karşın enstitülerde kimi evrensel bilgiler ve değerlerle tanışan ülke gençliği kırsal kesimde yaşanan gerçeklik üzerine öyküler, makaleler kaleme almaya başlayınca yönetimin yalanları sarsılmaya başladı.
Ülkemizin Amerikan Emperyalizmi ile ilişkiler geliştirerek onun emrine ve denetimine girdiği bir dönemde Köy Enstitüleri de “komünist yuvası” ilan edilerek ilk darbeyi Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminden ardından da yüzde yüz Amerikancı Demokrat Parti’den yiyerek kapatıldı. Ancak burada yetişen gençler muhalif bir çizgide durarak 60’lı yıllarda ülke çapında yaşanacak aydınlanmanın birer parçası oldular.
Hasanoğlan’ı bize gezdiren öğretmen arkadaşımız burada Köy Enstitüleri sonrası kurulmuş öğretmen okulundan mezun olmuş ve şimdi burada öğretmenlik yapıyor.
Kendisi “yeni kuşak” Köy Enstitülülerden ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün yeniden hayat bulması için çalışmalarda bulunanlardan. Bir dernekleri var ve oradaki binaların kurtarılarak yeniden eğitim, kültür hayatına kazandırılmasını istiyorlar.
Binaların çoğu harap durumda. İlk yapılan idare binasını görüyoruz hala kullanılıyor. Yanında bir bina var zamanında misafirhane olarak kullanılıyormuş. “üst katı da kral dairesi” diyor. Hep birlikte gülüyoruz peşine; “gülmeyin gerçektir, zamanında bir kral gelmiş burayı ziyarete ve üst katta kalmış, o yüzden kral dairesi deniyor”.
Biraz aşağıda işlikleri görüyoruz, artık kullanılmıyor, harap durumda alt tarafındaki bina ise trafo binası, içinde büyük bir jeneratör var. O zamanlar Hasanoğlan’da elektrik yokken buranın elektriği varmış. Jeneratör yakın zamana kadar kullanılıyormuş. Alt tarafında bir havuz var Jeneratörün soğutma havuzuymuş. Havuzun etrafı da ağaçlık çimenlik çok güzel bir alan zamanında piknikler yapılırmış orada. Ama en görkemlisi Havuzun başındaki iki büyük çınar, hatta üç; birisi çatal olmuş iki kocaman çınara dönüşmüş. Arkadaşımız çınarlara hayranlıkla baktığımızı görünce “onlar İ. Hakkı Tonguç’un kendi elleriyle diktiği çınarlardır”
Çınarlara hayranlıkla bakıyoruz Tonguç’un çınarları… eğer Köy Enstitüleri de kapanmasaydı, Tonguç’un binlerce böyle devasa çınarları olacaktı.
1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri’nin en büyük emektarlarından biridir İsmail Hakkı Tonguç.
O kocaman çınarlar o an o kadar çok şeyi aktardı ki bize, ne umutlarla dikilmişlerdi oraya, o eğitim köyünün kurulması gibi…
Oradan ayrılıp yeşil bir koridora dalıyoruz. Ne kadar güzel bir yol, her şey öyle güzel planlanmış ki. Yolun sonunda biraz şaşırıp kalıyoruz. Kocaman bir açıkhava tiyatrosu çıkıyor karşımıza.
Tarihi bir alanda mıyız diye bakınıyoruz etrafa. Rehberimiz; “Burası Enstitünün Tiyatrosu, belki de Anadolu’da Roma döneminden sonra ilk yapılan açıkhava tiyatrosu burasıdır” diyor. Hemen kendimizi sahneye atıyoruz. Akustik harika, seyirci sıraları, kulisler her şey sapasağlam. Birkaç yıl önce ufak tefek onarımlar yapılmış, gerisi her şeyiyle eskiden kalma.
Günümüzde tiyatro sahneleri yıkılıp alışveriş merkezlerine dönüştürülürken o dönemde köylere bile tiyatro yapılıyormuş. Hem de bin kişilik bir açıkhava tiyatrosunda. Seyirci sıralarına oturup, sahneye bakıyoruz, o sahnede oynanan oyunları, coşkuyu düşlüyoruz.
Rehberimizin yönlendirmesiyle tiyatronun arkasındaki binaya doğru ilerliyoruz. Bu bina sinemanın, müzik odalarının ve çok amaçlı bir salonun olduğu bir kültür merkezi.
Köy enstitülerinin kapatılma sebebi olarak bu binayı göstermişler. Gülüyoruz öğretmenin şaka yaptığını düşünüyoruz ama ciddi olduğunu söylüyor. Sinema salonu ve çok amaçlı salon birbirlerini 90 derece açıyla kesiyor. İki bina kesiştiği noktada yarım daire şeklinde bir başka binayla birleşiyor. Bu yarım daire olan binada da küçük odalar var. O odalar müzik odalarıymış.
Öyle iyi ses yalıtımı yapılmış ki bir odada çalınan çalgının sesi diğer odadan duyulmazmış. Odaların kapıları kuru otlarla doldurulup deriyle kaplanmış böylelikle sesin kapıdan sızması önlenmiş. Burada dört piyanonun yanı sıra bir çok müzik aleti varmış. Piyanolardan birinin de faşist Alman lideri Adolf Hitler’e ait olduğu söyleniyor. Bir Büyükelçiye hediyeymiş o da giderken buraya bırakmış.
Peki bunca marifetli binanın enstitüleri kapattıracak suçu ne olabilir? Yukarıdan bakıldığında orak çekice benziyormuş şekli. Bunu kapatılma bahanesi olarak öne sürmüşler.
90’lı yıllara kadar eğitim amaçlı kullanılan bina şu anda terk edilmiş, harap bir durumda. Tüm girişler, pencereler tahtalarla çivilenmiş. Tinerle uyuşan çocuklar girip içeride kalıyor, ateş yakıyorlarmış. Okul yönetimi sahip çıkamadığı için her yeri çivilemişler. Biz de tinerci çocuklar misali binanın etrafını dolaşıp içeriye girebilecek bir delik buluyoruz kendimize.
İçerisi o döküntü haline rağmen hala çok muhteşem. Sinema salonuna girdiğimizde içimiz acıyor. Kocaman bir salon aynı zamanda tiyatro sahnesi olarak da kullanılmış, sahnenin altında orkestra çukuru bile var. Sahnenin iki tarafına mozaikten süslemeler yapılmış.
Rehberimiz bu yerleşkedeki tüm binaların yapımında öğrencilerin de çalıştığını, her taşında emeklerinin olduğunu anlatınca daha da üzüldük.
Seyirci sıraları hala duruyor. Balkonu bile var ama balkonda yanmış odun parçalarından biri hala tütüyor. Yerde tiner kutuları var.
O zamanlar tinerci çocuklar yoktu. Tinerci çocuklar olmasın diye oralar kurulmuş. Yoksul köylü parasız eğitim görebilsin diye. O kurumlar yok edilince, tinerci çocuklarımız oldu, onlar da buralara sığınıyorlar.
Sinema makinesi yakın zamana kadar çalışır durumdaymış. Bina kapatılınca alıp götürmüşler. Hasanoğlan’da şu anda sinema var mı diye soruyorum, olmadığını öğrenince salona dönüp bakıyorum ve düşünüyorum; hangi kuşaklar daha şanslı acaba…
Enstitüye ilk girdiğimiz gibi heyecanlı değiliz artık biraz kızgınız. Bunca emek bunca olumlu şey hangi karanlık zihinlerle kapatılmıştır. Bahçede dolaşmaya devam ediyoruz o kadar düzenli bir bahçe ki, spor alanın yanındaki muhteşem karaçamlar Balıkesir Dursunbey’den getirilip dikilmiş. Sedir ağaçları, ladinler hepsi birbirinden görkemli.
Bahçenin uzak bir köşesinde sıralı halde bir ağaç topluluğu görüyoruz. Zamanında orası fidanlıkmış, kendi fidanlarını kendileri üretiliyormuş. Enstitü kapanınca fidanları alıp başka bir yere diken olmamış. Onlar da oldukları yerde kalmışlar. İleride boş düzlükler görüyoruz, oralar da ekip biçtikleri tarlalarmış. Şimdi her şey kimsesiz ve yalnız bu yerleşkede.
Nereye baksak içimiz burkuluyor. 17 Nisan sabahı kutlamalar için Hasanoğlan’a yeniden geldiğimizde biraz daha keyfimiz yerine geldi. 70. Yıl şenliğine gelen bir sürü insan vardı. Onlar unutmamıştı bugünü. Gelenlerin bir çoğu Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra Öğretmen Okuluna dönüşen yapıdan mezun olanlardı. Sivil toplum örgütleri, fotoğrafçılar, üniversite öğrencileri ve çevre halkından insanlar vardı.
Gözlerimiz hep buradan mezun olan birisi var mı diye aradı.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne ilk kayıt yaptıran öğrenciyi bulduk; Okul numarası 1’di. Ona soracak bir sürü soru vardı. Kırmadı bizi, hatta çok sevindi şenlik programını bırakarak bizimle sessiz bir kenara çekildi.
Ona Köy Enstitülerini sorduk şöyle anlatmaya koyuldu; “Köy Enstitüsü köylere öğretmen ve sağlık görevlisi ve tarım elemanı yetiştiren bir müessese idi. İlk okulu bitirip kırsal çevreden gelen çocuklar buralara alınırlar, onlar eğitimleri bittikten sonra kendi köylerine veya civar köylere gönderilir.”
1946 seçimlerinde patlayan büyük muhalefet iktidarın köylüye öfkeyle bakmasına neden oldu. Köy Enstitüsü’nün öğrencisi o günleri “o yıllarda buralarda bölge okulları açılmak üzereydi ama buna politika elvermedi.” diye anlatıyor ve şöyle sürdürüyor: “ Buraya diğer köy enstitülerinden gelen çocuklar, kendi eğitim alanlarını, dershanelerini, yemekhanelerini, atölyelerini kendileri yaptılar. Uygulamalı derslerimiz vardı bizim, atölye derslerimiz vardı, tarımla ilgili uygulamalarımız vardı. Bu derslerin teorik kısmını sınıfta yapar uygulamasını da tarlada bahçede yapardık. Hakkı Tonguç Genel Müdürümüzdü aynı zamanda hocamız derdik biz ona. Onun Ankara’da rahat oturduğu bir gün bile yoktu. Devamlı Enstitüleri gezer, ne eksikse bakana bildirirdi. Bakanımız Hasan Ali Yücel’di. Bir gün köyün hemen bitişiğindeki uygulama okulunda müfettişleri topladı. Onlara Mezarlığı ve köyü göstererek ‘işte bu köylü burada yaşar ve burada yatar” köyü ve köylüyü bundan kurtaracağız’ dedi.
Enstitülerin kapatılma günlerine doğru ise garip olaylar olup bitmeye başlıyor. Eski köy Enstitülü o günleri şöyle anımsıyor: “ O günlerde bir ABD’li yönetici geldi Hasanoğlan’a. Siyasetçi yok, askeri bir alan yok niye geldi diye günlerce düşündük durduk. Biz küçük sınıftık o zaman anlayamadık. Sonra iki tane İngiliz Generali geldi. İkinci dünya harbi devam ederken bu İngiliz generalleri niye geldi acaba? O zaman ona da bir anlam veremedik. Sonradan büyük sınıflara geçince şöyle düşündük: Türkiye’deki toprak ağaları buradaki eğitimden korktular. Buradan çıkacak çocukların ileride bir yerlere gelmelerinden korktular. Kolayca hükmettikleri köylü aydınlanmaya başlamıştı. Saltanatları tehlikeye giriyordu. Yalnızca ağalar için mi iktidarı elinde tutan erk için de aynı korkular vardı. Aydınlanan bir kuşak geliyordu.”
Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 70. yılı. Cumhuriyet yönetimi insanını eğitip geliştirmekten vazgeçmiş, aksine eğitim isteyenleri soyup soğana çevirmenin peşinde. Parasız eğitim isteyen gençler ise tutuklanarak cezaevlerine atılıyorlar. Üniversitelerde okumak için kredi alan öğrencilerin mezuniyetten sonra kapılarından haciz eksik olmuyor. Paralı eğitim ise ilköğretimden üniversiteye hatta KPSS sınavı hazırlıkları için üniversiteden sonra bile bir soygun çarkı şeklinde işliyor.
Parasız eğitim perspektifi ile yaklaşmadıkça Köy Enstitüleri sorunu nostaljik bir ağıt yakma olmaktan öteye gidemeyecek.
Comments